Mükemmel Donanımı ile İnsan Beyni
Önceki
bölümlerde detaylarına değindiğimiz algılar dünyası, elektrik
sinyalleri yoluyla meydana gelen yapay bir dünyadır. Peki bu sinyalleri
yorumlayıp, onları tanıdığımız bir dostumuza, güzel bir çiçeğe, uçsuz
bucaksız bir manzaraya, annemize, sokakta oynayan çocuklara, sevimli
bir yavru kediye dönüştüren beynimiz midir?
Teknik
anlamda sinyallerin beyinde yorumlandığı doğrudur. Materyalistler
buradan yola çıkarak, bir beynin içindeki nöronlardan ibaret olduğumuzu
ve yaşadığımız dünyanın bu nöronların birbirleri ile olan iletişiminin
bir sonucu olduğunu iddia ederler. Düşünen, gülen, sevinen,
karşısındaki insanı tanıyan, yorum yapabilen varlığın, DNA'yı keşfeden
materyalist evrimci fizikçi Francis Crick'in deyimiyle, "bir nöron
yığını" olduğunu savunurlar.83 Bir materyalist için insanın nasıl düşündüğü ve algılardan nasıl anlam
çıkardığı önemli değildir. Önemli değildir, çünkü bunlar için
yapabileceği bir açıklama yoktur. Ona göre her şey, maddesel anlamda
incelenmelidir. Oysa bu, insanları Allah inancından uzaklaştırmak için
ortaya atılmış büyük bir yalandır.
Bunu daha detaylı açıklayabilmek için beyni genel hatlarıyla tanımak yerinde olacaktır.

Beyindeki nöronlar, diğer nöronlarla binden on bine kadar bağlantı
yapar. Bunların birleştiği noktalara sinaps adı verilir. Bu noktalar
bilgi alışverişinin yapıldığı yerlerdir. Beynin bu alışverişinin
muhtemel permütasyonları ve kombinasyonları, yeryüzünün başlangıcındaki
tüm parçacıkların sayısını geçmektedir. |
İnsan
beyni dünyanın en kompleks yapılarından biridir. Yeni doğmuş bir
bebeğin beyni 100 milyar sinir hücresine sahiptir. Bu miktar, bir
beynin sahip olabileceği en fazla nöron (sinir hücresi) sayısıdır.
İnsan beyninde nöron sayısı hiçbir zaman artmaz, zaman ilerledikçe
sadece azalır. Nöronlar sinir sisteminin en temel ve işlevsel yapı
birimleridir. Her nöron diğer nöronlarla binden on bine kadar bağlantı
yapar. Bunların birleştiği noktalara ise sinaps adı verilir. Bu
noktalar, bilgi alışverişinin yapıldığı yerlerdir. Profesör
Ramachandran'a göre; "beyin aktivitesinin muhtemel permütasyonları ve
kombinasyonları, yeryüzünün başlangıcındaki bilinen tüm parçacıkların
sayısını geçmektedir."84
Beyindeki
bir sinir hücresi, hücrenin metabolizmasını sürdürmesi, proteinleri
sindirmesi ve hücrelerdeki işlemlerin yapılabilmesi için gereken tüm
yardımcılara sahiptir.
Bir
nörondan sayısız dallara ayrılmış dokungaçlar çıkar. Bunlara dentrit
adı verilir. Dentritlerin yaşamdaki en büyük işlevleri diğer
nöronlardan gelen elektromanyetik mesajları almak ve mesajları,
bunların ait olduğu hücrelere götürmektir. Dentritler, hücreden
ayrıldıkları noktada nispeten kalındırlar ama daha sonra düzinelerce
hatta yüzlerce dala ayrılırlar. Çok daha incelirler ve her defasında
daha da incelirler. Dentritlerin sayısı, hücrenin fonksiyonuna bağlı
olarak değişir.
Nörondan
ayrılan bir başka uzantı daha vardır. Buna akson adı verilir. Bunun
görevi, diğer nöronlara bilgi taşımaktır. Bu bilgi, elektrik akımı
şeklinde olur. Beyinde, özellikle nörokimyasallar için saklama depoları
bulunmaktadır. Bu keseler, mesajları devredeki bir sonraki hücreye
taşımak için kimyasallar salgılarlar. Bu yolla nöronlar, bilgiyi,
aksonları vasıtasıyla bir sonraki nörona taşırlar. Bir başka deyişle
bir başka nörondan iletilen bilgiyi dentritler alır, aksonlar ise diğer
nöronlara iletirler. Aksonlar bir metre kadar uzayabilirler veya
milimetrenin onda birine kadar küçük olabilirler.
Tam
olarak ne kadar farklı tipte nöronun beyinde bulunduğu yanıtlanamamış
bir sorudur, yapılan tahminler 50 farklı nöronun bulunduğunu
belirtmektedir.85 fiekillerindeki, büyüklüklerindeki, bağlantı tiplerindeki ve
nörokimyasal içeriklerindeki farklılıklara rağmen, bütün nöronlar
neredeyse aynı şekilde bilgi taşırlar. Birbirleriyle elektrokimyasal
bir dille konuşurlar. Bir nörondan çıkan ve diğeri tarafından alınan
bilgi, pozitif yüklü atomlar veya iyonlar tarafından meydana getirilen
elektrik sinyalleri şeklinde alınırlar. Bunlar özellikle pozitif yüklü
sodyum ve potasyum iyonları ve negatif yüklü klorid iyonlarıdır.86 100 milyar nöronun tamamı, birkaç binden 100 bine kadar farklı nöronla
bağlantı kurar. Genel bir hesaplama ile yetişkin bir insanın beyninin
100 trilyon sinaps (bağlantı noktası) meydana getirdiği söylenebilir.87
Craig Hamilton, bu konuyu şöyle açıklar:
fiimdiye
dek geliştirilmiş en kompleks şebeke hangisidir? Eğer İnternet olduğunu
düşünüyorsanız bir tahminde daha bulunun. Yüz milyar nörondan meydana
gelen elektrokimyasal matris sayesinde insan beyni internetin sadece
güzel bir örümcek ağı gibi görünmesini sağlıyor. Her bir nöronun,
50.000 diğer nöronla bağlantısı olduğu düşünülürse, bu da toplamda yüz
trilyon bağlantı anlamına geliyor.88
Bir
nörondaki bilgiyi ileten aksonun, bir başka nöronun dendritine ulaştığı
noktada meydana gelen boşluk, yani sinaps, bir santimetrenin milyonda
biri kadardır.89 Dolayısıyla, akson ve dendritler birbirlerine dokunmazlar. Bağlantıları
saniyenin binde birinde gerçekleşir. Bazı nöronlar birkaç dendrit
şeklinde filizlenirler. Diğerleri ise, neredeyse bir orman oluşturacak
kadar çok dendrite sahiptir. Eğer bir insan, beyninde gerçekleşen
bağlantıları saymaya kalkışırsa, her birini bir saniyede saymak
koşuluyla, tamamını sayıp bitirmesi 3 milyon yılını alacaktır. Bu,
yaklaşık 42.000 insan nesli demektir.90 The New Yorker gazetesi yazarlarından Cornell Üniversitesi'nden Diane
Ackerman, An Alchemy of Mind (Zihnin Simyası) adlı kitabında, bu
kompleks sistemle ilgili şu sayısal detayları vermiştir:
Ne
kadar imkansız gözükse de evrendeki yıldızların sayısı kadar çok beyin
hücresi bağlantısına sahibiz. En azından bize görünen evreni
kastediyorum, çünkü ölçülebilir evrenin %96'sı bizim için görünmezdir.
Sadece bir saniye için uzayın sonsuzluğunu gözünüzde canlandırın...
Daha sonra bir beynin içindeki mikroskobik hareketliliği düşünün. Tipik
bir beyin 100 milyar nöron barındırır ve vücudun oksijeninin çeyrek
miktarını yakar. Sadece yaklaşık 1.5 kg gelmesine rağmen vücudun
kalorilerinin büyük bir bölümünü tüketir. 10 watt'lık bir ampul
oranında elektrik enerjisi kullanmaktadır. Beynin tek bir kum
tanesinden daha büyük olmayan tek bir noktasında 100.000 nöron,
yaklaşık bir milyar sinaps ile çalışarak işlerini yapar. Sadece beyin
kabuğunda (serebral korteks), 30 milyar nöron, her biri 1 inç'in (1 inç
= 2.54 cm) milyarda biri kadar büyüklüğündeki 60 trilyon sinapsta
buluşur.91

Bilgisayarlar, beynin mükemmel sisteminin yalnızca bir taklididir.
Beyinde tek bir bit'lik bilgi, anında tam 100.000 nörona
yayılabilmektedir. Dolayısıyla beyin, bilinen en hızlı bilgisayardan
yüz binlerce kat daha hızlıdır. Günümüz teknolojisi ile bunu
gerçekleştirmek ise imkansızdır. |
Verilen
bu bilgiye göre, eğer her saniye beyin kabuğunda meydana gelen tek bir
sinapsı sayacak olursak, bunu saymayı 32 senede bitiremeyiz. Eğer
muhtemel nöral devreleri (beyinde kendisine ulaşan sinyalleri çeşitli
şekillerde yorumlayan ve değerlendiren merkezler) de dikkate alacak
olursak, hiperastronomik bir sayı ile karşılaşırız: 10'un arkasında en
az bir milyon sıfır.92
Bu
konuyla ilgili en şaşırtıcı gerçeklerden biri de, olağanüstü rakamlara
sahip olan bir insan beyninin, hiçbir zaman bir başkasının beyni ile
aynı olmamasıdır. Tek yumurta ikizlerininki bile aynı değildir. Bir
başka deyişle bu hayranlık uyandırıcı komplekslikteki sistem, Allah'ın
dilemesiyle her insanda ayrı ayrı düzenlenmiş ve farklı bir yapı
şeklinde meydana gelmiştir. Ama hala aynı kompleksliği barındırmaktadır.93
Bilgisayarlar,
beynin mükemmel sisteminin taklit edilmesi yoluyla üretilmektedir.
Bilgisayar teknolojisinde en büyük firmalardan biri olan IBM'in
deneyimli teknoloji uzman? Kerry Bernstein, beynin birçok yönüyle
bilgisayar tasarımında taklit edildiğini ancak beyindeki tasarımın aynı
kalitede kopyalanmasının var olan hiçbir teknolojiyle mümkün olamayacak
kadar mükemmel olduğunu belirtmektedir. Bernstein konuyla ilgili olarak
şu açıklamaları yapmaktadır: "Beyinde olağanüstü bir paralellik hakim.
Yani tek bir bit bilgi, bir anda tam 100.000 nörona yayılabiliyor.
Böylece beyin, bilinen en hızlı bilgisayardan yüz binlerce kat daha
hızlı oluyor. Bizim ise bunu elektronikte gerçekleştirebilmemiz mümkün
değil."94 Dolayısıyla,
beyin için yapılan bilgisayar benzetmesi son derece basit ve beynin
üstün kapasitesi hakkında yeterince delil teşkil etmeyen bir
benzetmedir. Rockefeller Üniversitesi Nörobilimler Enstitüsü Başkanı,
Nobel Tıp Ödülü Sahibi Gerald M. Edelman bunu şu şekilde açıklamıştır:
Öncelikle,
bir seri önceden belirlenmiş sinyale sahip manyetik bilgisayar parçası
gibi, dünya, beyne önceden sunulmamıştır. Ama yine de ... beyin
öğrenmeye ve hafızaya aracılık eder ve aynı anda vücut fonksiyonlarını
düzenler. Sinir sisteminin, görüş, ses vs. gibi farklı sinyalleri
algısal kategorizasyonlarını gerçekleştirme ve bunları daha önceden
belirlenmiş bir kod olmadan tutarlı sınışara bölme yeteneği kesinlikle
özeldir ve bilgisayarla karşılaştırılamaz bile. Bu kategorize etme
işleminin nasıl gerçekleştiği henüz tam olarak anlaşılamamıştır...95

Dış
dünya ve insanı insan yapan özellikler beynin neresindedir? Kör ve
şuursuz atomların birleşmesiyle meydana gelen nöronlar böylesine yüksek
bir bilincin kaynağı olabilir mi?Kuşkusuz ki olamaz. Bunların kaynağı, yalnızca insan ruhudur. |
Beyindeki
sistem, gerçek anlamda mükemmeldir. Ancak burada bahsettiklerimiz,
nöronların birbirleri ile etkileşimleri; akson ve dendritlerin kompleks
bir sistem dahilinde bilgiyi alıp iletmelerini kapsamaktadır. Peki
beyindeki "dış dünya" ve insanı insan yapan özelliklerin kaynağı
nerededir? Kör ve şuursuz atomların birleşmesiyle meydana gelen
nöronlar ve onların meydana getirdiği beyin, böylesine yüksek bir
bilincin kaynağı olabilir mi? Profesör Vilayanur S. Ramachandran, bu
konuyla ilgili şunları söylemektedir:
Genel
inanış bu olmasına rağmen, zihinsel yaşantımızın tüm zenginliğini - tüm
duygularımızın, hislerimizin, düşüncelerimizin, hırslarımızın,
sevgimizin, inançlarımızın, hatta her birimizin kendi özel ve kişisel
benliğimizin - sadece kafamızın içinde, beynimizin içindeki küçük jöle
zerreciklerinin bir aktivitesi olarak düşünmek beni şaşırtmaktan
alıkoymamıştır.96
Bu
durum materyalistler için şaşırtıcıdır, çünkü materyalistler, insanı
insan yapan tüm unsurları, insanın sevincini, endişelerini,
inançlarını, insanın kendi kişisel benliğini beyninin içinde bir
yerlerde ararlar. Bir dostunu gördüğünde insanı sevindirenin, bir yavru
köpek gördüğünde insanın içini coşturan duygunun, insanın karar verme,
inanma, hissetme, duygulanma, sevinme, üzülme gibi hislerinin
kaynağının nöronlar olduğunu iddia ederler. Ancak beynin içine girip
nöronları inceleyen bilim adamları ve nörologlar, bunların hiçbirinin
kaynağını beynin içinde bulamamışlardır. İşte bu yüzden yeni bir
tanımlama yapmışlar ve insanı insan yapan unsurların kaynağı
"bilinçtir" demişlerdir. Peki bilinç nasıl bir şeydir ve acaba
materyalistler tarafından açıklanabilmiş midir?
Materyalistlerin Açıklayamadığı "Bilinç" Kavramı
Eğer
gören gözlerimiz değilse, kapkaranlık mekan içinde göze, retinaya,
merceğe, göz sinirlerine ihtiyaç duymadan rengarenk bir çiçek bahçesini
seyreden ve bundan zevk alan kimdir?
Kulağa
ihtiyaç duymadan elektrik sinyallerini tanıdıklarının sesi gibi duyan,
bu sesleri duyduğunda sevinen, bu sesleri tanıyan varlık kimdir?
Hiçbir kokunun girmediği beynin içinde fırındaki kekin kokusunu duyan, bundan zevk alan kimdir?
Bir
çiçeği gördüğünde ondan zevk alan, bir kedi yavrusu gördüğünde ona
sevgi duyan, hiçbir ele, parmaklara ve kasa ihtiyaç duymadan kedinin
tüylerini okşadığını hisseden kimdir?
Sadece
sinir hücrelerinden oluşan birkaç yüz gramlık et parçası, yaşadığımız
hayatın, üzüntülerin, sevinçlerin, dostlukların, vefanın, samimiyetin,
coşkunun sebebi olabilir mi?
Eğer bunların sebebi beyin değil, tüm bunları algılayan varlık ise, bu durumda algılayan kimdir?
Dış dünyayı algılayan, beynimizin içindeki "küçük insan" mı?
Kuantum fizikçilerinin bahsettiği "gözlemci" mi?
Bu gözlemci, beynin içinde bir yerlerde mi?
Eğer değilse nerede?
Fred Alan Wolf, bu soruyu şu şekilde cevaplamaktadır:
Bir
gözlemcinin kuantum fiziği bakış açısından ne yaptığını biliyoruz.
Fakat kimin ya da neyin gerçekten gözlemci olduğunu bilmiyoruz. Bu
demek değil ki bir cevap bulmaya çalışmadık. İnceledik. Kafanızın içine
girdik. Her yere baktık gözlemci denen bir şey bulmak için. Kimse
yoktu. Beyinde kimse yoktu. Beynin kabuksal (kortikal) bölgelerinde
kimse yoktu. Alt kabuksal (kortikal) bölgelerde ya da kenar bölgelerde
de kimse yoktu. Gözlemci denecek kimse yoktu. Ama yine de dış dünyayı
gözlemlerken bizler, gözlemci denen şeyin varlığının deneyimlerine
sahibiz.97
Bilim
adamları, artık, beynin algıların kaynağı olmadığının, yalnızca bir
aracı görevi gördüğünün farkındalar. Ayrıca bilim adamları, yüzyıllar
öncesinin inanışı olan "beynin içindeki küçük insan" kavramından da
tamamen uzaklaşmış durumdalar. Bilim adamları, "gözlemci" adını
verdikleri benliğin, beyinden bağımsız olduğunu açıkça gördüler. Onlar
artık, algıların kaynağının insan bilinci olduğunu biliyorlar.
Robert Lawrence Kuhn, Closer to Truth (Gerçeğe Daha Yakın) isimli kitabında, bunu şu şekilde tarif etmektedir:
Neden
bazı fizikçiler aniden insan zihniyle bu kadar ilgilenmeye başladılar?
"Bir kısmı zihnin, gerçek gerçeklik" olduğunu ve maddenin ise aldatıcı
bir hayal olabileceğini düşünmeye başlamış durumdalar. Bu kadar akıllı
insanın böylesine şaşırtıcı spekülasyonlar ortaya atmasını gerektirecek
derecede zihinsel faaliyetlerle ilgili olan konu nedir? Bunun nedeni
kısmen bizim gerçekliği algılama şeklimizi sonsuza dek değiştirmiş olan
iki temel teorinin garip etkileridir: Kuantum mekaniği atom altı
parçacıklar seviyesine belirsizlik aşılamıştır, rölativite ise evrenin
büyük çaplı ölçeği üzerinde zaman ve uzayı birleştirmiştir. Fakat fizik
teorileri zihinde olup bitenleri açıklayabilir mi? Atomların
davranışları, insanların davranışlarını belirleyebilir mi? Evrenin
yapısı bizim nasıl düşündüğümüzü, hissettiğimizi ve bildiğimizi tarif
edebilir mi?98
Bir
insanın yaşayışı, algılayışı, sevgisi, sevinci, üzüntüsü, düşünceleri,
kısacası insanı insan yapan özellikler, kuşkusuz ki atomların
davranışlarının bir sonucu değildir. Dış dünyayı algılayıp fark
edebilen, insana insan olma özelliği veren şey, insanın beyninden
bağımsız bir şeydir. İnsanın bir şeyin farkına varabilmesi, bir şey
üzerine analiz yapabilmesi, düşünebilmesi, seçim yapabilmesi ve sahip
olduğu diğer tüm insani vasışar için, maddesel her türlü kavramın
dışında bir açıklama gerekmektedir. Bir evrimci olmasına, hatta
"Darwin'in buldog"u 99 olarak anılmasına rağmen Thomas Huxley'in şu sözleri, hararetli bir
materyalistin bile gerçekleri fark edebileceğinin önemli bir kanıtıdır:
Bilinç
gibi hayranlık uyandırıcı bir şeyin, birbiriyle etkileşim halindeki
sinir dokusunun bir sonucu olması, Alaaddin'in lambasını ovaladığında
içinden cinin çıkması gibi açıklanamaz bir şeydir.100
Yağ,
su ve proteinlerin oluşturduğu bir yapının insanın benliğini meydana
getirmesi, insanı algılayan, düşünen, sevinen, tepki veren, gurur
duyan, heyecanlanan bir varlık haline getirmesi kuşkusuz ki mümkün
değildir. Materyalistlerin iddiaları, algıların beyinden bağımsız
olduğu gerçeği karşısında tümüyle çöküntüye uğramıştır. 20. yüzyılın
önde gelen fizikçilerinden Sir Rudolf Peleris, bu konuyla ilgili olarak
şunları söylemiştir:
İnsanın
tüm işlevini - bilgi ve bilinç de buna dahil - fizik koşullarıyla
tanımlamaya çalıştığınız önermenin savunulacak hiçbir tarafı yoktur.
Burada eksik kalan bir şeyler bulunmaktadır.101
Peter Russell ise, bize ait maddesel dünyanın sadece bilincin ürettiği bir şey olduğunu söyler:
Bildiğimiz
her şeyin, "dışarıda" olarak algıladığımız tüm maddesel dünyanın, bu
hadisenin bir parçası, bilinçte oluşturulan bir görüntü olduğunu
anladığımızda, gerçeğin, bizim günlük görüntümüzün tamamen tersi
olduğunu anlarız. Bildiğimiz kadarıyla madde, bilincin ürettiği bir
şeydir... Bu nedenle gerçekliğin doğası, bilinçtir. Mekan, zaman,
madde, enerji -bizim duyularımızla oluşan katı dünya- bilincin içinde
oluşmaktadır. Bu olağan dışı dünyanın temeli, madde değil, bilinçtir.102

"O, sizi tek bir nefisten yaratandır. (Sizin için) Bir karar (kalış) ve
emanet (olarak konuluş) yeri vardır. Kavrayabilen bir topluluk için
ayetleri birer birer açıkladık."
(Enam Suresi,98) |
Bizim
gerçeklik olarak tanımlamaya çalıştığımız şey, aslında bilinç
temellidir. Renk, ses, koku, tat, zaman, madde, kısacası dünyada
algıladığımız her özellik, bilincin içindeki bir şekil ve özelliktir.
Bilincimiz sayesinde evrendeki her şeyi kavrayabiliriz. Ama bilinci,
dış dünyada gözlemleyemeyiz. Peter Russell, bunun nedenini şu şekilde
açıklar:
Bilinci gözlemlediğimiz dünyada göremememizin sebebi, bilincin, zihnimizde meydana gelen görüntünün bir parçası olmamasıdır.103
Peter
Russell'ın da belirttiği gibi dış dünyayı algılayan bilincimiz,
gözlemlediğimiz dış dünyanın içinde değildir. Dolayısıyla, onu görüp
analiz etmemiz mümkün olmaz. Russell, bilinci, bir sinema perdesine
yansıtılan ışığa benzetmektedir. Filmde gösterilen hikaye içinde,
ekrana yalnızca ışık ışınlarının yansıdığına dair hiçbir delil yoktur.
İnsan, yalnızca perde üzerindeki görüntü ile muhataptır. Ama ışığın
kendisi -ki onsuz hiçbir görüntünün varlığı mümkün değildir- fark
edilmez bile. Bilinç de aynı bu şekilde, izlediğimiz maddesel dünyanın
içinde olmadığından, elle tutulur gözle görülür bir varlığa sahip
değildir.
Diane Ackerman, bilinci şu şekilde tanımlamıştır:
...
Beyin sessizdir, karanlıktır ve suskundur. O hiçbir şey hissetmez. O
hiçbir şey görmez... Beyin kendisini dağların arasına veya uzaya
fırlatabilir. Beyin bir elmayı hayal eder ve bunu gerçek gibi yaşar.
Gerçekten de, beyin, hayal ettiği bir elma ile gözlemlediği arasında
zar zor fark görür...
Beyin, bilinç değildir... Bir deyişle, makine içinde hayalettir.104
Bilincin Kaynağı: İnsan Ruhu

Ki o, yarattığı her şeyi en güzel yapan ve insanı yaratmaya bir
çamurdan başlayandır. Sonra onun soyunu bir özden (sülale'den).
Basbayağı bir sudan yapmıştır. Sonra onu 'düzeltip bir biçime soktu' ve
ona Ruhundan üfledi. Sizin için de kulak, gözler ve gönüller var etti.
Ne az şükrediyorsunuz?
(Secde Suresi, 7-9) |
Buraya
kadarki açıklamalar dahilinde, algıladığımız dış dünyanın bilincin
içinde meydana gelen bir gölge dünyadan ibaret olduğunu ve maddesel
varlığın aslına ulaşamadığımızı delillendirdik. Bu gerçekler ışığında,
materyalist felsefenin öngördüğü "mutlak madde" kavramı tam olarak
geçersiz kalmıştır. Ama bütün bunlara rağmen, yine de açıklanması
gereken önemli bir soru karşımıza çıkar. Peter Russell, bu soruyu şöyle
özetlemiştir:
Bilim
adamları, kompleks nöron ağının, nasıl bilinçli bir deneyim
sağlayabildiğini soruyorlar. Bilinç gibi maddesel olmayan bir şey,
nasıl maddesel dünya gibi bilinçsiz bir şeyden meydana gelebilir? Bu
acaba verilerin sinir ağı boyunca kompleks bir biçimde
şekillendirilmesinin bir sonucu mudur? Nöronların içindeki
mikrotüplerin, kuantum uyumluluk etkilerinden mi kaynaklanıyor? Ya da
başka bir şey midir?..105
Bu
iki gerçekliği birbirinden ayırt ettiğimizde, bu soru tam tersi şekle
dönüşür: Madde, mekan, zaman, renk, ses, şekil ve tecrübe ettiğimiz
diğer tüm özellikler nasıl bilinçte meydana gelmektedir? Zihnin içinde
bunu meydana getiren yöntem nedir?
Bu,
gerçekten de açıklanması gereken önemli bir sorudur. Bilinç neden
yapılmıştır? Bilinçte tüm bu hareketli dünyayı meydana getiren nedir?
Bu soru, içinde bulunduğumuz 21. yüzyılda bilim adamlarının halen
cevabını aradıkları, üzerine kitaplar yazdıkları, konferanslar
düzenledikleri, çözmeye çalıştıkları ama her nedense çözüm getirmekten
çekindikleri bir sorudur. Bilincin kaynağının ne olduğu sorusu üzerine
yazılmış yüzlerce kitap ve makale ve sayısız bilim adamının yorumu bu
konuda beklenen açıklamayı vermemiştir. Bilinç konusu, 21. yüzyılın en
büyük gizemlerinden biri olarak kabullenilmiş ve konuyla ilgili hemen
her araştırmacı, yazar, profesör, bu konunun açıklamasız olduğunu
belirterek sözlerine başlamış ve bu açıklamasızlığı vurgulayarak
sözlerini bitirmiştir. Jeffrey M. Schwartz'ın şu sözleri, buna bir
örnektir:
...
Fiziksel beyin aktivitelerini zihinsel olaylarla bağlamak tartışılamaz
bir bilimsel zafer olmasına rağmen, beyin üzerine çalışma yapan
kişilerin pek çoğunu tatminsiz bırakmıştır. Çünkü ne nörobilimciler ne
de filozoşar, nöronların davranışlarının, nasıl olup da öznel olarak
hissedilen zihinsel durumları doğurduğunu, tatmin edici bir şekilde
açıklayamamıştır. Aksine, nörobiyolog Robert Doty 1998 yılında,
"nöronların faaliyet şekillerinin nasıl öznel farkındalığa dönüştüğü
bilmecesinin insan varlığının ana gizemi olmaya devam ettiğini"
savunmuştur.106
Acaba
bu konu gerçekten açıklamasız mıdır? Yoksa, bilim adamlarının görmek
istemedikleri, beklemedikleri bir gerçeğe mi işaret etmektedir? Acaba
kuantum fiziğinin savunucusu bilim adamları, yıllarca doğru kabul
ettikleri materyalizmin etkisi altında mıdırlar? Yoksa onların gerçeği
görmelerini engelleyen bir sebep mi vardır?

Bilinç konusu, materyalist bilim adamlarının empoze etmeye
çalıştıklarının aksine açıklamasız değildir. Kendi varlığının şuurunda
olan bilinç sahibi varlık, Allah'ın insana vermiş olduğu ruhtur.
Materyalistler her ne kadar bunu inkar etmek isteseler de, şuurlu bir
insan, sahip olduğu üstün ruhun hiç tartışmasız farkında olacaktır. |
Bilinç
konusu, kuşkusuz ki açıklamasız değildir. Beynin içindeki görüntüyü
"görüyorum" diyen, beyninin içindeki sesleri "duyuyorum" diyen, kendi
varlığının şuurunda olan bilinç sahibi varlık, Allah'ın insana vermiş
olduğu ruhtur. Materyalist zihniyet, işte bu gerçeğin bilinmesinden, bu
gerçeğin fark edilmesinden çekinmektedir. Materyalist bilim adamlarının
"hala çözümlenemeyen bilinç" iddialarının temel sebebi budur. Ruhun
mutlak varlığı, ruhu insana verenin Allah olduğu gerçeği, onların tüm
materyalist inançlarını ve iddialarını altüst etmektedir. Her ne kadar
"açıklamasız" damgası vurmaya çalışsalar da, bilincin kaynağının ruh
olduğu, insana ait gerçekliğin, "ben benim" diyen varlığın ruhuna ait
olduğu, açık ve tartışılmaz bir gerçektir. Allah, Kuran'da, insanı önce
bedenen yarattığını, sonra da ona "ruhundan üşediğini" bildirmiştir:
Hani
Rabbin meleklere demişti: "Ben, kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir
balçıktan bir beşer yaratacağım. Ona bir biçim verdiğimde ve ona
Ruhumdan üfürdüğümde hemen ona secde ederek (yere) kapanın." (Hicr
Suresi, 28 - 29)
Bilinç
konusunu araştıran bilim adamlarının kabul ve itiraf etmeleri gereken
en önemli gerçek budur. Stanford Üniversitesi madde bilimi ve
mühendisliği profesörü William Tiller, bu gerçeği itiraf eden bilim
adamlarındandır:
Benim modelime göre, gözlemci, dört katmanlı biyolojik bedenin içindeki ruh. Bu yüzden, o makinedeki hayalet gibi.
Göze ihtiyaç duymadan görebilen, kulağa ihtiyaç duymadan duyabilen, beyne ihtiyaç duymadan düşünebilen, insanın "ruhudur".107
İnsan Ruhu ve Yok Olan Materyalizm
Hayatınızı
yaşamanızın yalnızca iki yolu vardır: Birincisi sanki hiçbir şey mucize
değilmiş gibi yaşamak. Diğeri ise, sanki her şey mucizeymiş gibi
yaşamak. Ben ikincisine inanıyorum.108
Albert Einstein
Ruhun
varlığı, materyalistlerin yüzyıllardır uğruna mücadele ettikleri
dinsizlik ilkesini bilimsel olarak ortadan kaldırmaktadır. Ruhun
varlığı, materyalizmi öldürmekte, Allah'ın mutlak varlığını
göstermektedir. Algılayanın, görenin, duyanın, idrak edenin, mutlu
olanın, bir çiçeğin kokusundan zevk alanın, müzik dinlerken
keyişenenin, bu bedenden bağımsız bir ruh olduğunu bilmek, tüm
insanların Allah'a karşı sorumluluklarını bilerek yaşamasını
gerektirecektir. Tüm canlıların; tesadüfen, birbirlerinden evrimleşerek
geliştiklerini ve nihayet insanın da şempanzelerle ortak bir ataya
sahip olduğunu iddia eden evrim teorisi, ruh gerçeğinin kabulü ile
yerle bir olacaktır. Dolayısıyla, materyalistlerin yüzyıllar boyunca
çeşitli propaganda, yayın ve beyin yıkama yöntemleriyle meydana
getirdikleri materyalist dünya düzeni ve görüşü, ruhun bilimsel kabulü
ile altüst olacaktır.

Materyalistlerin yüzyıllar boyunca çeşitli propaganda, yayın ve beyin
yıkama yöntemleriyle meydana getirdikleri materyalist dünya düzeni ve
görüşü, ruhun varlığı ve bilimsel kabulü ile altüst olmuştur. |
Materyalist
bilim adamları, insanı insan yapan vasfın, insanın ruhu olduğunu
bilirler. Ancak tüm bu sebeplerden dolayı, bilmediklerini iddia
ederler.
Fred Alan Wolf, bu gerçeği şu şekilde ifade eder:
Günümüzde,
Allah, bilim, ve ruhun birbiriyle örtüşmesini açıklamaya çalışan, en
son yayımlanmış kitapların çoğunu incelediğinizde şu gerçeği hemen
göreceksiniz: Ruh; sahip olduğu en temel özellikler (bunlar kutsallık
ve ölümsüzlüktür) ve temel amacı (bilincin var olması için gerekli
olduğu) ihmal edilerek, maddesel bir süreç olarak tanımlanmaya
çalışılmakta veya ön plana çıkan kitap adlarına rağmen hiçbir zaman
tartışılmamaktadır.109
Bilim
adamlarının sözlerinden de anlaşıldığı gibi bilimsellik, sadece
maddecilik üzerine kurulmuş bir kavram haline gelmiştir. Bilimsellik
adına yapılan şey ise, salt ortaya çıkan gerçeği kabul etmektense,
bunun materyalizme uyarlanmış şeklini kabul etmektir. Bu durumda, bugün
karşı karşıya olduğumuz şey, oldukça büyük bir çelişkidir. Çünkü bilim,
insan bilinci ile ilgili olarak insanın muhatap olduğu tüm maddesel
dünyayı reddetmekte ama sözde bilimsellik adına bu bilimsel gerçek göz
ardı edilmektedir.

Şüphesiz
Biz insanı, karmaşık olan bir damla sudan yarattık. Onu deniyoruz.
Bundan dolayı onu işiten ve gören yaptık. Biz ona yolu gösterdik:
(artık o) ya şükredici olur ya da nankör.
(İnsan Suresi, 2-3)
Şüphesiz,
göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün ard arda gelişinde,
insanlara yararlı şeyler ile denizde yüzen gemilerde, Allah'ın
yağdırdığı ve kendisiyle yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda her
canlıyı orada üretip yaymasında, rüzgarları estirmesinde, gökle yer
arasında boyun eğdirilmiş bulutları evirip çevirmesinde düşünen bir
topluluk için gerçekten ayetler vardır.
(Bakara Suresi, 164) |
Kaliforniya
Üniversitesi'nden parçacık fizikçisi Fred Alan Wolf, bir bilim adamı
olarak, bilimselliğin nasıl olması gerektiğini şu şekilde tarif
etmektedir:
Bilimin
farklı aşamalarından çıkan ve beni asıl endişelendiren kendi kibirim
olmuştur. Benim bilimsel görüşüme uygun olmayan başkalarının
fikirlerini küçümserken ne kadar da kibirli davranmışım. Dünyayı gezip
yerli halklar ve insanlar ile tanışıp vakit geçirince, kibirimin uygun
olmadığını anladım. H.G. Wells'in hikayesinde anlattığı adam gibi
bilimsel açıdan kör olan bir ülkede tek gözlü adam kral olabilir.
Aslında asıl kör olan bendim. Bilgi donanımı açısından yetersizdim.
Bilimsel görüşlerime bağlı kaldıkça göremiyordum. Ben her şeyi
gördüğümü düşünüyordum, fakat aslında hiçbir şeyi göremiyordum. Bu
yüzden önceden gerçek zannettiğim şeyleri bırakmak zorunda kaldım ve
böylece bu insanların görebildiklerini ben de gördüm. Sonunda bu yeni
vizyona sahip olduğumda bilime bakış açım tamamıyla değişti. Böylece
bilimi sadece bir araç olarak görmeye başladım; evrende tek önemli olan
veya var olan şey olarak değil. Bilim, insan olabilmenin ne anlama
geldiğini daha derinlemesine araştırmamıza yardımcı olacak bir araçtır.
Fakat sanırım henüz bu noktaya gelemedik. Sanırım henüz uyanmış
değiliz. Şu an hala hepimiz uyuyor ve sürekli içinde olduğumuz
bataklıktan bizi kurtarması için zihnimize mekanik olarak güvenip rüya
görüyor, umut ediyor ve istiyoruz. Ne zaman kalbimizi ve ruhumuzu
beynimiz ile birlikte kullanırsak, işte o zaman bilim yeni bir dünya
düzenine uyum sağlamaya başlayacak.110
Fred
Alan Wolf'un burada vurguladığı gerçek, bilimin, evrende hakim olan
yaratılışı anlamak için yalnızca bir araç olduğu gerçeğidir. Bu üstün
yaratılış ise yalnızca Allah'a aittir. Her şeyin sahibi tek gerçek
Varlık Allah'tır. İnsan, beynini ve bilimi kullanarak Allah'ın
yarattıklarını görebilir, onları keşfedebilir, bunların üzerindeki
sanatı ve üstünlüğü kavrayabilir. Bilim, Allah'ın eserlerine ulaşmak ve
onlardaki detayları görebilmek için yalnızca bir araçtır.
Bu gerçeğin farkına varmış bir diğer yazar ise What is Enlightenment? dergisinin editörlerinden Craig Hamilton'dır:
Yıllar
geçtikçe dinden uzak bir anlayışla yetiştirilmiş olmama rağmen, kendimi
manevi bir arayışa adadım ve kısa süre içinde bilimle ilgili ders
kitaplarında tarif edilenin çok ötesinde derin bir gerçekliği
hissetmeye başladım. Anlam, amaç ve gizemle dolu bu dünya ortaya
çıktıkça, bilimin tüm gerçekliği açıklayabildiği iddiasını kabul etmem
giderek güçleşti.
Evrimci
biyologların, çocuklarımızı amaçsız bir evrende yaşadıklarına
inandırmak için neo-Darwinizm'in henüz ispatlanmamış dogmalarını
kullandıklarını görüyorum ve bir kez daha bilim adına duyduğum
sempatiyi kaybediyorum.111
Materyalist
bilim adamlarının da bu gerçeği fark etmeleri önemlidir. Çünkü
"algılayan kim?" sorusunun tek bir cevabı vardır ve bu cevap artık
fiziksel bir anlam taşımamaktadır: Algılayan, Allah'ın insana vermiş
olduğu ruhtur. İnsanlar, bunu bilmedikleri veya bilmiyormuş gibi
davrandıkları sürece, bilinç ile ilgili yaptıkları çalışmaların ve
açıklamaların hiçbir önemi yoktur. Kuantum fiziğinin vermiş olduğu
delillerin gösterdiği gerçek açıkça göz ardı edilmiş olacaktır. Açıktır
ki, insanı insan yapan şey, materyalistlerin iddia ettikleri her türlü
maddesel kavramın ötesindedir. Buna maddesel bir açıklama aramak,
gerçeği tam anlamıyla görmezden gelmektir ve bir zaman kaybıdır.
 |
Beynimizdeki
görüntüyü izleyen ruhumuzdur. Beynimizdeki kokuları, tatları alan,
birisine dokunduğu zaman onu hisseden, karşımızdaki kişinin konuşmasını
dinleyen ruhumuzdur. Sayısız delille anlattığımız ve günümüzde bilimsel
olarak kanıtlanmış olan gerçek, algılayanın beyin olmadığıdır. Ünlü
felsefeci Bergson'un belirttiği gibi, "dünya imgelerden yapılmıştır, bu
imgeler ancak bizim bilincimizde vardır; beynin kendisi ise bu
imgelerden bir tanesidir".112 Şu durumda, izleyen, sevinen, düşünen, şefkat duyan, yemeği lezzetli
bulan, zevk alan, yumuşaklığı hisseden, yalnızca ruhumuzdur. İnsanı
insan yapan vasıf, insanın kendi bedeninden bağımsız bir şeydir. Bir
manzarayı seyretmekten zevk alan, küçük bir serçeye şefkat duyan, bir
yemeğin lezzetinin farkına varan, güzel bir müzik dinlemekten keyif
duyan, zor kararlar alabilen, düşünüp doğruyu bulabilen, kendi
benliğini araştıran ve sonuçlara varan, insanın sahip olduğu ruhtur.
Kuantum
fiziğinin kaşişerinden ünlü fizikçi Erwin Schrödinger, yalnızca
maddesel bedenin, algı dünyasının açıklaması olamayacağını şu şekilde
açıklamaktadır:
...Çocuğunuzun
ona yeni bir oyuncak aldığınız zaman size doğru gülümsemesindeki
pırıltılı, sevinçli gözleri anımsayın ve sonra bırakın doktor size bu
gözlerden hiçbir şeyin yayılmadığını anlatsın. Gerçekte, onların
(gözlerin) nesnel olarak tek hissedilebilir işlevi, sürekli çarpan ışık
kuantumlarını kabul etmektir. Gerçekte! Acayip bir gerçek! Onda (bu
gerçekte) eksik bir şeyler varmış gibi görünüyor...113

Bilinç, bedenin herhangi bir yerinde saklı değildir. İnsan, tüm
materyalist kavramların dışında bir şeydir. İnsan metafiziktir, sahip
olduğu ruh ile insan vasfı kazanır. Bu ruh, yalnızca Rabbimiz olan Yüce
Allah'a aittir. |
Acaba,
insanın düşüncelerinin, muhakeme ve yargı yeteneklerinin, karar alma
mekanizmalarının, sevinç, heyecan, hayal kırıklığı gibi duygularının
beyindeki nöronların hareketlerinin bir sonucu olduğunu düşünmek
mantıklı mıdır? Şuursuz atomlar bir araya gelerek sevinmeyi, üzülmeyi,
lezzeti, dostluğu, sohbet zevkini bilebilirler mi? Şuursuz atomlar bir
araya gelerek, beyni inceleyen, bunun üzerine yorumlar yapan, bilinç
konusu üzerine kafa yoran ve bir sonuç çıkarmaya çalışan bilim
adamlarını meydana getirebilirler mi? İnsanı insan yapan, ona dış
dünyayı algılatan, yalnızca bedeninin içinde dolaşan elektrik
sinyalleri midir?
Bir şeye
karar veren, bir şeyi özleyen, bir şeye sempati duyan, bir şeyin
güzelliğine hayran kalan beyindeki hangi nörondur? Eğer bunların tümünü
bilinç gerçekleştiriyorsa, bilinç beyindeki hangi nörondadır? Yeri
neresidir? Hangi kimyasal reaksiyon bilinci meydana getirmektedir?
Hangi kimyasal reaksiyon bir insanın elmayı sevmesine, ıspanaktan
hoşlanmamasına karar vermektedir? Eğer her şey beynin içinde oluyorsa,
bu durumda düşünen hangi nörondur? Karar veren hangisidir?
Kararlarından dolayı heyecan duyan nöron nerededir? Materyalistlerin
tüm bunların cevabını vermeleri gerekmektedir. Eğer "her şeyin kaynağı
bilinç" sonucuna ulaştılarsa, bu durumda beynin içinde bilincin yerini
göstermelidirler. Eğer her şey maddesel dünyadan ibaretse, bunu
yapmaları gerekir. Eğer bunu yapamıyorlarsa, bu demektir ki, insan bir
nöron veya atom yığınından ibaret değildir. Bilincin var olduğu yer,
beynin gizli bir bölmesi değildir. Bilinç bedenin herhangi bir yerinde
de saklı değildir. İnsan, tüm materyalist kavramların dışında bir
şeydir. İnsan metafiziktir, sahip olduğu ruh ile insan vasfı kazanır.
Bu ruh, yalnızca Allah'a aittir.
Freud'un çalışma arkadaşlarından ünlü İsviçreli psikiyatrist Carl Jung, konuyla ilgili olarak şu açıklamayı yapmıştır:
...
Bilimin tamamı, tüm bilginin içinde kök saldığı ruhun bir
fonksiyonudur. Ruh, bütün evrensel mucizelerin en büyüğüdür, bir nesne
olarak o dünyanın conditio sine qua non'udur (olmazsa olmaz koşul -
zaruri şart). Batı dünyasının (çok nadir istisnaları dışında) bu
varlığı bu denli az değerlendiriyor gibi görünmesi son derece
şaşırtıcıdır.114

İnsan, Allah'ın Ruhu'na sahip bir varlıktır. ve sonsuz olan bu ruhtur.
İnsan, ölümü ile birlikte bedenini dünyada bırakacak ama ruhu sonsuz
varlığını ahirette sürdürecektir. |
İnsan,
sahip olduğu ruh ile onur, sevgi, saygı, dostluk, vefa, dürüstlük gibi
kavramlara sahip olan, fikir yürütebilen, fikirlere karşı çıkabilen bir
varlıktır. Nasıl parmağımızın ucundaki tek bir hücre düşünüp karar
verme, üzülüp sevinebilme gibi yeteneklere sahip olamazsa, beyindeki
benzer yapıya sahip nöronların da bu metafizik vasışara sahip olma
imkanları yoktur. Bu, insanların tümünün rahatlıkla görebileceği,
bilimsel delillere ihtiyaç duymadan kolaylıkla kavrayabileceği bir
gerçektir. Nitekim, materyalistler de bu gerçeğin farkındadırlar. Ancak
materyalist ön yargıları, bilimselliği yalnızca maddesel varlıklardan
ibaret sanma yanılgısı, onları gerçekleri çarpıtma yoluna itmektedir.
Oysa materyalizmi savunmak adına kabul ettikleri şeyler, ciddi bir
mantık çöküntüsünün göstergesi olmaktadır. "Düşüncelerimiz
atomlarımızın ürünüdür" diyen bir insanın, rüyalarını gerçek zanneden
veya akıl almaz masallar uydurup sonra bunlara inanan bir insandan
hiçbir farkı yoktur. Ancak materyalistler, her nedense, Allah'ın
varlığını kabul etmek yerine, bu küçük düşürücü duruma düşmeyi göze
almaktadırlar.
Gerçek olan
şudur: İnsan, Allah'ın kendisine verdiği ruh ile algılayan, bu ruh ile
düşünen, bu ruh ile konuşan, sevinen, mutlu olan, kararlar alan,
ülkeler yöneten, topluluklara hükmeden bir varlıktır. İnsan, Allah'ın
ruhuna sahip bir varlıktır ve sonsuz olan bu ruhtur. Beden, bu dünya
için yalnızca bir araçtır. İnsan, ölümü ile birlikte bedenini dünyada
bırakacak ama ruhu varlığını sürdürecektir. Bu defa yaşamını sürdürdüğü
yer, ya sonsuz cennet ya da sonsuz cehennem olacaktır.
Dereceleri
yükselten Arş'ın sahibi (Allah), 'toplanma ve buluşma' günü ile
uyarıp-korkutmak için, Kendi emrinden olan ruhu kullarından dilediğine
indirir. O gün, orta yere çıkarlar. Onlardan hiçbir şey Allah'a karşı
gizli kalmaz. (Allah sorar:) "Bugün mülk kimindir? Bir olan, Kahhar
olan Allah'ındır." Bugün her bir nefis, kendi kazandığıyla karşılık
görür. Bugün zulüm yoktur. Şüphesiz Allah, hesabı seri görendir. (Mümin
Suresi, 15-17)
Tek Mutlak Varlık, Rabbimiz olan Yüce Allah'tır
Tarih
boyunca materyalistler, Yüce Rabbimiz'in her şeyin Yaratıcısı ve hakimi
olduğu gerçeğini inkar edebilmek için, "maddenin mutlak olduğu"
kandırmacasına büyük bir hırsla sarılmışlardır. Maddenin aslına dair
açıklamalar işte bu yüzden son derece önemlidir. Çünkü bu bilgiler,
yüzyıllardır sürdürülmeye çalışılan bu aldatmacanın geçersizliğini
ispat etmektedir. Maddenin yalnızca bir kopyasıyla muhatap
olabildiğimizi anlamak, insanın yalnızca etten kemikten oluşan bir
madde yığını değil, ruh ve bilinç sahibi bir varlık olduğunu da
kavramamızı sağlar. İnsandaki bu ruh ve bilinci yaratan ise Yüce
Rabbimiz'dir ve insan, Allah'a ait bir kuldur. Dolayısıyla, yerlere ve
göklere hakim olan tek Varlık, yalnızca Yüce Rabbimiz'dir.
Bu
ise, Allah'ın kudreti, hakimiyeti ve sanatındaki mükemmelliğe karşı
büyük hayranlık uyandıracak bir gerçektir. Allah; adeta kusursuz ve
sayısız detaya sahip devasa evreni, hem dışarıda maddesel olarak var
etmekte hem de bunu her insanın beyninde ayrı ayrı ve yalnızca bir
hayal olacak şekilde yaratmaktadır. Her insanın beynindeki bu hayal
içerisinde, evrendeki tüm ayrıntılar kesintisiz ve eksiksiz olarak
sürekli var edilmektedir. Allah'ın bu yaratışı o kadar kusursuz ve
mükemmeldir ki, hayalden ibaret olduğu çok açık olduğu halde, en küçük
detaylara kadar her şey son derece gerçek ve inandırıcı görünmektedir.
Rabbimiz'in bu yaratışında hiçbir eksiklik ya da kusur yoktur. Aklını
kullanmayan insanlar bu kusursuzluğa aldanmakta, maddenin gerçeği ile
muhatap olduklarını sanmakta ve gördükleri görüntünün hayal
olabileceğinden bir an bile şüphe etmemektedirler.
Tüm
bunları izleyen ise ruhumuzdur. Yeryüzündeki milyonlarca insan, her an
kendisine gösterilmekte olan görüntüyü izlemektedir. Bu görüntülerle
sevinç duymakta, düşünmekte, kararlar almaktadır. İnsanın tüm bunları
yapabilmesi ancak ruhu sayesindedir. Bu ruh ise, Rabbimiz'in Kendi
ruhundan üşediği bir parçadır. Bu da, tek mutlak Varlık'ın, bu ruhun
gerçek sahibi olan Yüce Rabbimiz olduğunu açıkça göstermektedir.
Allah'ın varlığı, kudreti ve gücü her şeyi ve her yeri kuşatmıştır.
Algıladığımız madde sanılan tüm varlıklar, gerçekte Rabbimiz'in
yarattığı bir görüntüdür. Bu görüntüyü seyreden de, Allah'ın Kendi
ruhundan yarattığı varlıklardır.
Allah bir ayetinde şöyle bildirir:
Allah...
O'ndan başka İlah yoktur. Diridir, kaimdir. O'nu uyuklama ve uyku
tutmaz. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur. İzni olmaksızın
O'nun Katında şefaatte bulunacak kimdir? O, önlerindekini ve
arkalarındakini bilir. (Onlar ise) Dilediği kadarının dışında, O'nun
ilminden hiçbir şeyi kavrayıp-kuşatamazlar. O'nun kürsüsü, bütün
gökleri ve yeri kaplayıp-kuşatmıştır. Onların korunması O'na güç
gelmez. O, pek Yücedir, pek büyüktür. (Bakara Suresi, 255)
İnsan,
Rabbimiz'in yaratışındaki bu harikalığı ve algıladığı dünyanın aslını
görüp kavrayabilmek için Allah'a dua etmelidir. Çünkü tüm bunları
yaratan Allah'tır ve dilediği anda bunları insana kavratacak olan da
ancak O'dur. Bu gerçeğin farkına varmış olan bilim adamlarından Peter
Russell bu gerçeği şöyle dile getirmektedir:
Sanırım
benim gerçekliğim, tek gerçeklik. Ancak bazen, etrafımdakileri görmenin
başka yolları da olduğunu anlıyorum. Ama bunun ne olduğunu bilmiyorum.
Kendi kendime bunu anlayamıyorum; yardıma ihtiyacım var. Ama yardım
için nereye gidebilirim? Diğer insanlar da benimle aynı düşünce
sistemine yakalanmışlar. Benim yardım için gideceğim yer bunlardan çok
daha derindir, materyalist anlayışın ötesinde bir bilinç düzeyidir -
Allah'ın Kendisi'dir. Yardımı Allah'tan istemeliyim. Bunun için dua
etmeliyim."115
 |
Maddenin
gerçeğini kavrayan insan, Allah'tan başka güç sahibi bir varlık
olmadığını da kesin olarak kavramış olur. Bu kavrayış da, insanın
kendisine yalnızca Allah'ı İlah edinip, samimiyetle Rabbimiz'e
yönelmesine neden olur. Çünkü ruhun varlığını anlamak, insanın Allah'a
kul olmasını engelleyen tüm materyalist iddiaları geçersiz kılar. Kişi,
Allah'tan başka İlah edinebileceği başka hiçbir varlık olmadığını açık
bir gerçek olarak görecektir. Dolayısıyla da dünya hayatına dair
kendisine sunulan materyalist açıklamalara inanmayacaktır. Bu kavrayış
ile birlikte, dünyaya olan tutkulu bağlılık, maddi çıkara dayalı
hırslar, büyüklenme isteği ve menfaat beklentileri son bulacaktır. Her
şeyin hayal olduğu bir dünyada kibirlenmenin, hırs yapmanın, övünmenin,
maddi üstünlük elde etmenin hiçbir anlamı olmadığını anlayacaktır.
Kişinin tek hedefi Allah'ı razı etmek ve asıl sonsuz hayatını
yaşayacağı ahirette cenneti kazanmak için çaba harcamak olacaktır.
Allah'ın
Yüce varlığı her yeri ve her şeyi kuşatmıştır. İnsanın dünya hayatında
muhatap olduğu küçük büyük her türlü detay, Rabbimiz'in aklının,
sanatının, kudretinin varlığının birer delilidir. Ancak materyalist
felsefenin etkisinde kalarak maddeyi tek mutlak varlık zanneden
insanlar, tüm bu mükemmelliği atfedebilecekleri yine maddesel olan bir
varlık ararlar. Bu da yine, bir hayal içerisinde yaşadıklarını
kavrayamamalarından kaynaklanır. Her şeyi sarıp kuşatan, zamandan ve
mekandan münezzeh ve Yüce olan yegane Varlık, ancak Rabbimiz'dir. Allah
bir ayette bu gerçeği şöyle bildirmektedir:
Gözler O'nu idrak edemez; O ise bütün gözleri idrak eder... (En'am Suresi, 103)
Allah,
bizim içimizi, dışımızı, bakışlarımızı, düşüncelerimizi ve tüm
varlığımızı kuşatmıştır. Allah'ın bilgisi dışında hiçbir şey yapamayız,
hiçbir söz söyleyemeyiz, nefes dahi alamayız. Maddenin bizim için bir
hayalden ibaret olduğu gerçeği ve ruhun varlığı, bu açık gerçeği kesin
olarak göstermektedir. Tek mutlak Varlık olan Yüce Rabbimiz, insan için
bir hayal olarak yarattığı dünyayı ve ruhundan üşediği insanı, kuşkusuz
ki her yönüyle bilmektedir. Bu, Allah için çok kolaydır. "Dış dünya"
olarak düşündüğümüz algıları izlerken, yani yaşarken, bize en yakın
olan, etraftaki hayali nesneler ve insanlar değil, Rabbimiz'dir. Allah
bir ayetinde şöyle buyurur:
"Andolsun,
insanı Biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu
biliriz. Biz ona şah damarından daha yakınız." (Kaf Suresi, 16)
Bir
insan, eğer maddenin aslı ile muhatap olduğuna inanır, kendi bedeninin
de maddeden oluştuğunu zannederse, büyük bir yanılgının içine düşer ve
bu büyük gerçeği fark edemez. Allah'ın, gökte veya kendisinden uzakta
olduğunu zanneder (Allah'ı tenzih ederiz), Allah'ın ona kendi
bedeninden bile daha yakın olduğunun farkına varmaz. Oysa, dışarıda var
olan maddeye asla ulaşamayacağını, her şeyin zihninde yaşadığı kopyalar
olduğunu kavradığında, artık içerisi, dışarısı, arabası, kendisinden
uzakta zannettiği Güneş, yıldızlar, tek bir satıhtadır. Allah,
kendisini çepeçevre kuşatmıştır ve kendisine sonsuz yakındır. Allah bu
gerçeği, "Kullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki Ben (onlara)
pek yakınım..." (Bakara Suresi, 186) ayeti ile haber vermiştir.
İnsanın
bu gerçeği bilerek yaşaması çok önemlidir. Bunun farkında olmayan
insan, yalnızca imtihan olmak için gönderildiği geçici dünya hayatını
asıl hayat zanneder, tüm hırslarını, beklentilerini ve zevklerini bu
dünyada yaşaması gerektiğini düşünür. Maddenin aslına ulaşabildiğine
dair kesin inancı, onu Allah inancından uzaklaştırabilir ve ölüp
ahirette Allah'ın huzuruna çıkarılacağı gerçeğini unutturabilir.
Dünyayı mutlak zannedip bu hayali metaları kazanmak adına, ahirette
büyük bir hüsran ile karşılaşabilir. Allah Kuran'da, bu gerçekle ilgili
olarak insanları şöyle uyarmıştır:
Dikkatli
olun; gerçekten onlar, Rablerine kavuşmaktan yana derin bir kuşku
içindedirler. Dikkatli olun; gerçekten O, her şeyi sarıp-kuşatandır.
(Fussilet Suresi, 54)
Allah'ın Ruhunu Taşıdığını Bilen Bir İnsan Nasıl Yaşar?
Dış
dünya bizim için yalnızca bir hayal olarak yaratılır ve biz de tüm
bunları Allah'a ait olan ruhumuz ile izleriz. Bu gerçeğin şuuruna varan
her insan, yaratılmış tüm varlıkların Allah'a ait olduğunu kavrar ve
Rabbimiz'in bu üstün yaratışının hikmetlerini anlamaya çalışır. Dünya
hayatının, kendisine gösterilen görüntüler doğrultusunda yaşadığı bir
imtihandan ibaret olduğunun; asıl hayatın ise sonsuz ahirette
yaşanacağının farkına varır. Dünya hayatının geçici bir hayalden ibaret
olduğunu anlayınca, maddi hiçbir varlığı olmadığını anladığı dünyaya ve
dünya metaına karşı olan bağlılığından da vazgeçer. Asıl sevgisini,
bağlılığını, her şeyin tek ve gerçek sahibi, Varlığı her şeyi kuşatmış
olan, sonsuz kudret sahibi Rabbimiz'e yöneltir. Hırs ve tutkuyla,
hayalden ibaret olan bir dünyayı elde etmeye çalışmanın mantıksızlığını
anlar. Asıl olarak, varlığın ve sonsuzluğun gerçek hakimi olan
Rabbimiz'in rızasını kazanmaya çalışır. Allah'ın sevgisinin,
hoşnutluğunun, rızasının ve cennetinin, hayal olarak yaratılan
dünyadaki hiçbir şeyle değişilemeyecek kadar kıymetli olduğunu anlar.

Dünya hayatında yaşadıklarımız sadece Allah'ın bizim için yarattığı
imtihanın bir parçasıdır. Bizim sorumluluğumuz ise, bunlar karşısında
Allah'ın en razı olacağı umulan ahlakı gösterebilmektir. |
Bu
gerçeği kavramasıyla birlikte, hiçbir değeri olmayan geçici dünya
hayatı için hırslara kapılıp üzülmek, menfaat elde etmek için
çabalamak, bunun için zalimliğe, gaddarlığa ve acımasızlığa yönelmek
yerine, nimetlerin sonsuz olanının dilediği an insana sunulduğu cennet
hayatını kazanmayı hedeşer. Kendisine verilen kısa ömür sürecini, en
güzel ahlakı göstererek, en güzel davranışlarda bulunarak geçirmeye
çalışır. Her şeyin aslına ve en güzeline ahirette kavuşacağını umut
eder ve bu sonsuz hayatta pişman olmamak için gücünün yettiği en fazla
çabayı harcar. Rabbimiz'in kudretini gereği gibi takdir edebildikçe,
Allah'ın cennetteki sonsuz nimet gibi, cehennemde de sonsuz bir azap
yarattığını anlar.
Tüm
dünyasının gölge varlıklardan oluştuğunu ve mutlak var olanın yalnızca
Yüce Rabbimiz olduğunu anlayan bir kişi için, dünyanın geçici hırsları
değerini kaybeder. En korkutucu, en üzücü olduğunu sandığı olaylara
karşı olan tüm bakış açısı değişir. Çünkü her şey, Rabbimiz'in
kontrolünde, Allah'ın dilemesiyle yaratılan hayali varlıklardan ve
hayali olaylardan oluşmaktadır. Rüyadan uyandığımızda, rüyamızdaki
üzüntüler, sıkıntılar ve zorluklar nasıl tüm önemini kaybederse, bu
gölge dünyada var olan olaylar, üzüntüler ve sıkıntılar da aynı şekilde
önemsizdir. Dünya hayatında yaşadıklarımız sadece Allah'ın bizim için
yarattığı imtihanın bir parçasıdır ve bizim sorumluluğumuz da bunlar
karşısında Allah'ın en razı olacağı ahlakı gösterebilmektir. Bu imtihan
içerisinde yaratılan hayali görüntüler, ahirette varlıklarını ve
önemlerini tam anlamıyla yitireceklerdir. Geriye kalan sadece bunlara
karşı gösterilen davranışlar, Allah rızası için yapılan salih ameller
olacaktır. İnsan, bu gerçeği şimdi kavrasa da kavramasa da, ahiret
hayatının başlamasıyla birlikte, dünyadaki her şeyin hayalden ibaret
olduğunu, asıl gerçeğin ise Rabbimiz ve O'nun yarattığı ahiret olduğunu
anlayacaktır. Bir ayette bu durum şöyle bildirilir:
Bu
dünya hayatı, yalnızca bir oyun ve '(eğlence türünden) tutkulu bir
oyalanmadır'. Gerçekten ahiret yurdu ise, asıl hayat odur. Bir
bilselerdi. (Ankebut Suresi, 64)
İnsan,
nasıl bir televizyon ekranına bakarken, oradaki karakterlerin tamamının
hayali olduğunun farkında ise; onların yaptıklarına kızmıyor, başlarına
gelenlere üzülmüyorsa, dünya hayatında da bu yanılgıya düşmemesi
gerekir. Çünkü dünya hayatı, tıpkı televizyon ekranından seyrettiğimiz
bir film gibi sürekli olarak bize izlettirilmekte olan görüntülerden
oluşmaktadır. Rüyasında karşısındaki kişiye kızıp bağıran veya başına
gelen olaylara üzülen bir insan, nasıl kalktığında boşa üzülüp
kızdığını anlarsa, dünya hayatı için de aynı şeyler geçerlidir. İnsan,
maddenin aslı ile hiçbir zaman muhatap olmadığını ister dünyada anlasın
ister ahirette, yaşadığı endişelerin son derece anlamsız ve boş
olduğunu eninde sonunda fark edecektir. Bu görüntüler, yalnızca birer
deneme olarak yaratılmaktadır. Asıl olan bunların bir hayal olduğunun
farkına varıp, Allah'ın rızasına uygun davranmak ve bu amaç için
yaşamaktır.
Allah, insan
için görüntüden ibaret olan bu dünyayı yalnızca bir deneme olarak
yaratmış olduğunu ayetlerinde şu şekilde haber verir:
Kadınlara,
oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara,
hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet insanlara 'süslü ve
çekici' kılındı. Bunlar, dünya hayatının metaıdır. Asıl varılacak güzel
yer Allah Katında olandır. (Al-i İmran Suresi, 14)
Bilin
ki, dünya hayatı ancak bir oyun, 'tutkulu bir oyalama', bir süs, kendi
aranızda bir övünme, mal ve çocuklarda bir 'çoğalma-tutkusu'dur. Bir
yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin hoşuna gitmiştir,
sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir
çer-çöp oluvermiştir. Ahirette ise şiddetli bir azab; Allah'tan bir
mağfiret ve bir hoşnutluk (rıza) vardır. Dünya hayatı, aldanış olan bir
metadan başka bir şey değildir. (Hadid Suresi, 20)
Dünya hayatını asıl hayat zannedenlerin durumunu ise Allah Kuran'da şöyle haber verir:
İnkar
edenler ise; onların amelleri dümdüz bir arazideki seraba benzer;
susayan onu bir su sanır. Nihayet ona ulaştığında bir şey bulamaz ve
yanında Allah'ı bulur. (Allah da) Onun hesabını tam olarak verir.
Allah, hesabı çok seri görendir. (Nur Suresi, 39)
İnsanlar,
dünya hayatında sahip olduklarını sandıkları şeylerin gerçekte bir
hayal olduğunu kavradıklarında, boşa üzülüp hırslandıklarını, boşa
vakit geçirip oyalandıklarını, maddi istek ve hırslarına boşa önem
verdiklerini anlayacaklardır. Büyüklük tasladıkları insanların bir anda
hayal varlıklar olduklarını görecek ve kibirlerinin yersiz olduğunu
fark edeceklerdir. Her şeyi yaratan Allah'a karşı boyun eğici olmaları
gerektiğini kavrayacak, daha huzurlu ve güzel bir hayat
yaşayacaklardır. Kendilerini insanlara kanıtlamaları, onların gözünde
nasıl göründüklerini sınamaları gerekmeyecek, insanlara karşı kin,
nefret, kıskançlık gibi olumsuz duyguları yaşamayacaklardır. Her şeyin
hayalden ibaret olduğunu bilen insanlar, hayali varlıklarla rekabet
içinde olmayacak, birbirlerine bu yüzden kin ve düşmanlık
beslemeyeceklerdir. Herkesin kendini sadece Allah'a teslim ettiği bir
ortamda, tevazu, teslimiyet, şefkat, sevgi ve samimiyet hakim
olacaktır.
İnsan, tüm bu
gerçekleri bu dünyada kabul etmek istemese de, ölüm ile karşılaştığında
ve ölümünün ardından ahirette tekrar diriltildiğinde, her şeyi çok net
olarak görmüş olacaktır. O gün, ayette belirtildiği gibi insanın "görüş
gücü keskinleşecek" (Kaf Suresi, 22) ve insan her şeyi çok daha açık
fark edecektir. Eğer dünyadaki yaşamını hayali amaçlar peşinde koşarak
harcamışsa, orada hiç yaşamamış olmayı dileyecektir. Kuran'da
bildirildiği gibi, "Keşke o (ölüm her şeyi) kesip bitirseydi. Malım bana hiçbir yarar sağlayamadı. Güç ve kudretim yok olup gitti" (Hakka Suresi, 27-29) diyerek pişman olacaktır.
 |
Tek
mutlak varlığın Rabbimiz olduğu gerçeğini dünyada fark edenler, bu
gerçekle birlikte, ahirette büyük pişmanlığı yaşamaktan da kurtulmuş
olurlar. Dünya hayatında kendilerine verilen süreyi Allah'ı razı
edebilmek, Rabbimiz'in dilediği şekilde yaşayıp O'nun emirlerini
uygulamak için kullanırlar. Dünyaya değer vermenin anlamsızlığını;
rahatlık, huzur ve mutluluk getirecek olanın, dünya hırslarına
kapılmadan, yalnızca Allah için yaşamak olduğunu anlarlar. Bu, büyük
bir nimet ve büyük bir kolaylıktır. İnsanı yıpratan yalancı hırslar,
yalancı beklentiler, var olduğunu sanarak ilah edindikleri putlar
(Allah'ı tenzih ederiz) tamamen ortadan kalkar. Her şeyi ve her yeri
sarip kuşatanın bir ve tek olan Rabbimiz olduğunu kavrarlar. Allah'a
teslim olarak, en büyük güveni ve rahatlığı kazanmış olurlar. Bir
ayette, dünyaya dair sahte ilahlar edinen insanlar ile yalnızca Allah'ı
İlah edinen kişi arasındaki fark şöyle haber verilmiştir:
Allah
(ortak koşanlar için) bir örnek verdi: Kendisi hakkında uyumsuz ve
geçimsiz bulunan, sahipleri de çok ortaklı olan (köle) bir adam ile
yalnızca bir kişiye teslim olmuş bir adam. Bu ikisinin durumu bir olur
mu? Hamd, Allah'ındır. Hayır onların çoğu bilmiyorlar. (Zümer Suresi,
29)
Allah'a
inanan bir insan için, maddenin aslına dair gerçeği bilmek ve bunu
derinlemesine düşünmek çok önemlidir. Çünkü Allah'ın her şeyi ve her
yeri kapladığını bilen bir insan, Allah'a karşı hayatının her anında
samimi davranır. Her an ölümle karşılaşabileceğini, bu dünyanın sona
ereceğini ve gerçek ahiret hayatı ile karşılaşacağını aklından
çıkarmaz. Bunu bilmek ve buna göre davranmak, insana sonsuz
güzellikleri ve nimetleri getirecek olan büyük bir kazançtır.
Maddenin Gerçeği ve Yok Olan Materyalizm
Bir
materyalist için, maddesel dünya ile hiçbir zaman muhatap olmadığımız
gerçeğini anlamak büyük bir yıkımdır. Bir materyalist için, Allah'ın
verdiği bir ruh ile yaratılmış olmamız ve bize ait tüm maddesel
dünyanın bu ruha gösterilen görüntülerden ibaret olması, -kendi çarpık
materyalist bakış açısına göre- korku ve dehşet uyandırıcıdır. Çünkü
bir materyalist için madde sözde bir ilahtır (Allah'ı tenzih ederiz).
Materyalistler oluşturdukları sahte "maddecilik" dininde maddeye tapar
(Allah'ı tenzih ederiz), yeryüzünde amaçsızlık, bilinçsizlik ve
tesadüflerin var olduğuna inanırlar. "Yaratıldıkları" gerçeğine karşı
çıkabilmek için, bir başlangıç ve bir son olduğunu reddederler.
Açıklanamaz bir şekilde evrenin ezeli ve ebedi olduğu yanılgısını
savunurlar. Bir insanın da, bir kuşun da, bir solucanın da
hareketlerinin kaynağının şuursuz süreçler olduğu aldatmacasını öne
sürerler ve bunların her birinin materyalist dünyanın birer ürünü
olduğunu iddia ederler. Materyalizmin bu çarpık anlayışına göre,
insanın iç dünyasında algılayan, düşünen, karar veren bir varlık
yoktur. Sözde her şey, insanı meydana getiren "maddelerin" yani şuursuz
hücrelerin, organellerin ve atomların sonucudur. Kısacası materyalizmin
sahte dünyasında, madde dışında bir varlığa yer yoktur. Materyalizmin
bu mantığının en önemli sebebi ise, Allah inancına karşı çıkabilmek,
Allah'a ve ahirete iman etmekten kaçmaya çalışmaktır.
Materyalistlerin,
Allah'ın varlığına iman etmemek için kendilerince öne sürdükleri en
büyük dayanak ve delil, maddenin varlığıdır. Oysa bu kitap boyunca
anlatılmakta olanlar, bilimsel olarak kanıtlanmış bir gerçeği, yani
dışarıda var olan maddenin bizim için yalnızca bir kopya olarak var
olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Tüm bu bilgilerle, materyalizmin
elindeki en büyük delil ortadan kalkmakta ve açıkça yok olmaktadır.
Maddenin aslı gerçeği, işte bu nedenle materyalistleri son derece rahatsız etmektedir.
 |
Maddenin
aslı konusu, geçmişte belli birkaç düşünürün ve bilim adamının görüp
fark ettiği ve dile getirdiği bir kavram iken, bugün artık dünya
tarihinde ilk defa bu kadar kesin ve karşı konulamaz bir gerçek olarak
açıklanmaktadır. Büyük ve kesinleşmiş bilimsel bulgularla gündeme
getirilen bu konu, bilimin gözardı edeceği, materyalist bilim
adamlarının da inkar edebilecekleri gibi değildir. Kuantum fiziğinin
ortaya koyduğu gerçekler ışığında materyalistlerin tek güvencesi olan
madde, Allah'ın insan için yarattığı algı dünyasında bir hayale
dönüşmüştür. Tüm dünyayı ve tüm varlığımızı kaplayan en somut olduğu
sanılan şey, bir anda soyut bir kavram haline gelmiştir.
Materyalistlerin, Allah inancına karşı en güçlü şekilde
kullanabileceklerini sandıkları büyük delil, tüm bu bilimsel bilgiler
ışığında aniden ortadan yok olmuştur. Yok olan yalnızca atomlar,
moleküller değildir. Evler, arabalar, dev gemiler, gökler, dağlar,
gezegenler, uzay ve nihayet insanın kendi bedeni, tümüyle hayal haline
dönüşmüştür. Materyalistlerin kendilerine put ve ilah edindikleri
(Allah'ı tenzih ederiz) madde iddiası artık son bulmuştur.
Artık
materyalizmin tutunabileceği hiçbir delil yoktur. Materyalistlerin,
kendilerince Allah'a karşı mücadele ederken güç bulup güvendikleri
maddenin varlığı, artık açıklanamaz durumdadır.
Bu,
Allah'ın inkarcılara kurduğu muhteşem bir tuzaktır. Allah'a karşı
mücadele edebileceklerini sananlar, bu gerçekle birlikte, çok
güvendikleri ve sarsılmaz gördükleri sahte putlarının insan için bir
hayale dönüştüğünü anlamışlardır. Çok güçlü sandıkları maddecilik
iddialarının en temel dayanağını kaybetmişlerdir. Allah'ın sonsuz gücü
ve kudreti açıkça karşılarındadır. Kuşkusuz ki, onların kurdukları tüm
tuzaklar, yok olup gitmeye ve çöküşe uğramaya mahkumdur.
Onlar
(inanmayanlar) bir düzen kurdular. Allah da (buna karşılık) bir düzen
kurdu. Allah, düzen kurucuların en hayırlısıdır. (Al-i İmran Suresi, 54)
Allah'ın
muhteşem düzeni ile tüm varlıklarını yitiren materyalistler, dünya
hayatında inkar ettikleri ahiret gerçeği ile er-geç buluşacak ve tüm
diğer insanlar gibi Rabbimiz'in huzurunda hesap vereceklerdir. Dünyada
sözde maddeyi ilah edinenler (Allah'ı tenzih ederiz), ahirette bir
rüyadan uyandıklarını anlayacak, dünyada bir hayal uğruna mücadele
vermiş olduklarını kavrayacaklardır. Ancak ahiretteki pişmanlık, geri
dönüşü olmayan bir pişmanlıktır.
Allah Kuran'da şöyle buyurur:
Orada birbirleriyle çekişip tartışarak derler ki:
"Andolsun Allah'a, biz gerçekten apaçık bir sapıklık içindeymişiz,"
"Çünkü sizi (yalancı olanları) alemlerin Rabbiyle eşit tutuyorduk.
"Bizi suçlu-günahkarlardan başka saptıran olmadı."
"Artık bizim için ne bir şefaatçi var,"
"Ne de candan-yakın bir dost."
"Bizim bir kere daha (dünyaya dönüşümüz mümkün) olsaydı da iman edenlerden olabilseydik."
Gerçekten, bunda bir ayet vardır, ama onların çoğu iman etmiş değildirler. (Şuara Suresi, 96-103)
Dünyada
bulunduğu süre boyunca, insanın doğruyu görmeye ve Allah'a yönelmeye
hala fırsatı vardır. Yaşam boyunca materyalizme inanmış olmak, yaşamın
sonuna kadar aynı yanılgıyı sürdürmeyi gerektirmez. Ölmüş ve toprağa
gömülmüş bir felsefe için mücadele etmek, insanın yegane fırsatı olan
dünya hayatını buna harcaması, akıllı ve vicdanlı bir insanın
yapabileceği bir şey değildir. Önemli olan, gerçeği gördükten sonra
buna direnmemek, ölümle birlikte zaten apaçık anlaşılacak olan bu
gerçeği geç olmadan anlamaktır.
Ana Sayfa
83- http://www.bbc.co.uk/radio4/reith2003/lecture1.shtml
84- V. S. Ramachandran, A Brief Tour of Human Consciousness, PI Publishing, 2004, s. 2-3
85-
Jeffrey M. Schwartz, Sharon Begley, The Mind and The Brain
"Neuroplasticity and the Power of Mental Force", Regan Books, 2003, s.
103-104
86-
Jeffrey M. Schwartz, Sharon Begley, The Mind and The Brain
"Neuroplasticity and the Power of Mental Force", Regan Books, 2003, s.
103-104
87-
Jeffrey M. Schwartz, Sharon Begley, The Mind and The Brain
"Neuroplasticity and the Power of Mental Force", Regan Books, 2003, s.
110-111
88- Craig Hamilton, What is Enlightenment?, sayı 29, Haziran-Ağustos 2005, s. 79
89-
Jeffrey M. Schwartz, Sharon Begley, The Mind and The Brain
"Neuroplasticity and the Power of Mental Force", Regan Books, 2003, s.
105
90- Diane Ackerman, An Alchemy Of Mind "The Marvel and Mystery of Mind", Scribner Books, 2005, s. 37-38
91- Diane Ackerman, An Alchemy Of Mind "The Marvel and Mystery of Mind", Scribner Books, 2005, s. 41
92- Gerald M. Edelman ve Giulio Tontoni, A Universe of Consciousness "How Matter Becomes Imagination", Basic Books, 2000, s. 38
93- Gerald M. Edelman ve Giulio Tontoni, A Universe of Consciousness "How Matter Becomes Imagination", Basic Books, 2000, s. 47
94- MSNBC, "Beyin Bilgisayarlara Ders Öğretiyor" başl?ğ?yla verilen 6 Ağustos 2002 tarihli haber
95-
Gerald M. Edelman ve Giulio Tontoni, A Universe of Consciousness "How
Matter Becomes Imagination", Basic Books, 2000, s. 47-48
96- V. S. Ramachandran, A Brief Tour of Human Consciousness, 2004, PI Publishing, s. 3
97- What the Bleep Do We Know?, Belgesel film, yönetmen: William Arntz, Betsy Chasse 
98- Robert Lawrence Kuhn, Closer To Truth "Challenging Current Belief", McGraw-Hill, 2000, s. 35
99-
http://www.age-of-the-sage.org/philosophy/huxley_darwins_bulldog.html,
http://www.pbs.org/wgbh/evolution/library/02/2/l_022_09.html 
100- Steven Pinker, How The Mind Works, Norton Publishing, 1999, s. 132
101-http://www.firstthings.com/ftissues/ft0303/articles/barr.html
102- Peter Russell, The Spirit of Now, http://www.peterussell.com/Reality/realityart.html 
103- Peter Russell, The Spirit of Now, http://www.peterussell.com/Reality/realityart.html 
104- Diane Ackerman, An Alchemy Of Mind "The Marvel and Mystery of Mind", Scribner Books, 2005, s. 5
105- Peter Russell, The Primacy of Consciousness, http://www.peterussell.com/SP/PrimConsc.html
106-
Jeffrey M. Schwartz, Sharon Begley, The Mind and The Brain
"Neuroplasticity and the Power of Mental Force", Regan Books, 2003, s.
28
107- What the Bleep Do We Know?, Belgesel film, yönetmen: William Arntz, Betsy Chasse 
108- http://www.spiritsite.com/writing/kattar/part6.shtml 
109-
Fred Alan Wolf, The Spiritual Universe "One Physicist's Vision of
Spirit, Soul, Matter and Self", Moment Point Press, 1999, s. 9
110- Robert Lawrence Kuhn, Closer To Truth "Challenging Current Belief", McGraw-Hill, 2000, s. 58
111- Craig Hamilton, What is Enlightenment?, sayı 29, Haziran-Ağustos 2005, s. 64
112- http://www.kurtuluscephesi.com/sozluk/politzer10.html
113- Erwin Schrödinger, Yaşam Nedir?, Bilim Dizisi 13, Evrim Yayınları, 1999, s. 154
114- Erwin Schrödinger, Yaşam Nedir?, Bilim Dizisi 13, Evrim Yayınları, 1999, s. 150
115-
Peter Russell, From Science to God "A physicist's Journey into the
Mystery of Consciousness", New World Library, 2002, s. 96 |